
Son zamanlarda bana “ateist dert babası” şeklinde bir ünvan verildiği için sürekli bu konulardaki sorunlarla ilgili mesajlar alıyorum. Bunların içinde en sık olanlardan biri:
“Dini terk edince hayatın anlamı olmadığını düşünmeye başladım. Hiçbir şey artık zevk vermiyor. Nasılsa öleceksek neden yaşıyoruz demeye başladım. Kendimi boşlukta hissediyorum. Sürekli depresyondayım. Ne yapmam lazım?”
Önce uzun yazı okumak istemeyenlere özet geçeyim. Bu evre yoksunluk evresidir. Köprü altında yaşayıp uyuşturucu kullanarak kendini güzel bir dünyada hayal eden bir gencin uyuşturucusunu aniden kestiğinizde, hem madde yoksunluğundan, hem de ayılıp etrafındaki pisliğin farkına vardığından ani bir şok geçirir. Hatta söz konusu madde eroin ya da ağır alkoliklikse, maddeyi aniden kesmek o genci öldürebilir. Bu dinden çıkışın yoksunluk evresi aynı zamanda dinin ne kadar içinde bulunmuş olduğunuza da bağlıdır. Laik bir ailede yaşayan bir genç birkaç gün uykusuz kalıp hayatına devam edebilirken, tarikat içinde büyümüş biri intihar bile edebilir. Yine bu yoksunluk evresinin sonunda aşırı bir öfke olacaktır. Dinle ilgili çok sert ve tepkili konuşan kişiler, kandırıldıklarını yeni fark etmiş, etrafta ne kadar çok insanın dev bir “ölünce başka bi boyuta gideceğiz” tarikatına mensup olduğunu görünce, bu tarikatın başındaki insanların ne kadar rahat para ve güç sahibi olduğunu görünce, kendi etrafındaki sevdiği insanların bile bu tarikata inanmayanları düşman olarak gördüğünü fark edince, ve en kötüsü de, dünyada adalet olmadığını, çoğu yerde kötülerin kazanmış olduğunu fark edince, bütün bu bilgiler bir öfke patlamasına neden olur. Bu evreden de hepimiz geçtik.
Ve sonuç olarak, “ben şimdiye kadar öteki dünya var diye yaşıyordum, artık neden yaşayayım ki” sorusu akla gelmeye başlar. Bu durum, dinsiz olmanın en zor evresidir. Çünkü “neden yaşıyoruz abi” sorusunun cevabının bize başkası tarafından hazır olarak verildiği günler geride kalmıştır. Senelerce öğretilmiş olan yanıt doğru değildir. Peki o zaman yanıt nedir? İşin zor kısmı bu demiştim, çünkü bu yanıt herkes için farklıdır.
Bu noktaya gelindiğinde ne yapılmalıdır? Önce “ne yapılmamalıdır”dan başlayalım. Eğer depresyona girme sebebiniz “dinden çıkınca yaşanan boşluk” ise, antidepresan KULLANMAYIN. İsteyen kızabilir, atarlanabilir, çok umrumda değil. Umrumda olan, bu arkadaşların intihar etmeden, ilaç müptelası olmadan, sorunlarını baskılamadan bu evreyi geçirmesidir. Bu arada çoğu antidepresanda bulunan prospektüsü buraya koyayım. Bu fotoyu kendim çekmiştim:

Bu konu benim için çok önemli, çünkü aileniz dindar ise, sizi anlamayacak ve bir hastalığınız olduğunu düşünerek sizi psikiyatriste götürmek isteyecek. Orada da sizinki gibi ailelerden bıkmış bir doktor tarafından elinize ilaç tutuşturularak yollanacaksınız. Ancak bu bir hastalık değil. Senelerce kandırılmış bir insanın aniden uyanınca vereceği doğal bir tepki. Bu evreyi, ilaçsız bir şekilde, acıya ve sorunlara kafanızı çevirerek değil, sorunların gözünün içine bakarak geçmeniz gerekiyor. Ancak o zaman hayatınıza güçlü bir insan olarak devam edebilirsiniz. O prospektüste yazan “intihar eğilimini arttırır” ifadesi boşuna değil. Özellikle genç ve hormonları coşmakta olan gençlerin dengesini iyice bozduğu için, anlık bir kararla bile bir delilik yapmanıza neden olabilecek şeyler bunlar.
Her neyse, bunu geçtiğimize göre konumuza devam edelim. Yapmanız gereken, hayat görüşünüzü baştan itibaren komple silip hey şeyi en baştan düşünmek. Çünkü dinden çıkmadan önceki bütün idealleriniz artık manasız gelecek. Çünkü gerçekten manasız. Bir işe gireyim, para kazanayım, evleneyim, çocuk büyüteyim, emekli olayım, öleyim. Evet, öncelikle, “abi bunu yapıyorsam bugün öleyim ne fark eder ki”, haklısın. Fark etmez. Ben bunu açık açık söyleyebildiğim halde, başıma sürekli dert açıldığı halde, neden önceden hiç olmadığım kadar hayata bağlıyım? Size “5–6 kere intiharı düşündüm” demiştim. Bunların ilginç bir şekilde hiç biri ateist olduktan sonra değildi. Çünkü şu an, hayatımın en temeline inip yaşama amacımı komple değiştirdim. Artık “mümkün olduğunca uzun yaşamalıyım” diyorum. Neden mi? Kafamdaki fikirleri hayata geçirebilirmek, filmler olsun, diğer projelerim olsun, insanların hayatında değişiklik yapabilmek, medeniyetin ilerlemesine küçük de olsa katkı sağlayabilmek benim için çok önemli. Ancak bu şekilde bu dünyaya gelmiş olmamın bir anlamı olur diyorum. Aynı şekilde, sürekli başka ülkelerin videolarını görüyorum ve sadece dünya üzerinde bile keşfedilmeyi bekleyen ne kadar mekan, tanışmayı bekleyen ne kadar çok insan olduğunu fark ediyorum. Tabi “bunları yaşasak ne olacak, insanlığa katkımız olsa ne olacak, nasılsa öldüğümüzde hepsi gitmeyecek mi” diyebilirsiniz, ki diyeceksiniz. İşte gelişmiş medeniyetlerle, kanalizasyonu bile olmayan medeniyetlerin arasındaki en büyük fark budur. Gelişmiş medeniyetlerin tamamı, bizden önceki kuşakların fedakarlıklarıyla, toplumlarını ufak ufak ittirmesiyle bugüne gelmiştir. Benim ABD’den Türkiye’ye dönmemi çoğu kişi anlayamaz. Ama sebep işte budur. İşe gidip gelip, para biriktirip, pahalı şeyler alıp, yaşlanıp ölmek. Hayat buysa evet, yaşamanın gerçekten anlamı yok.
Şimdi sana yapman gerekenleri madde madde sayıyorum. Biliyorum her madde için “Ama bunu yapamam ben” diyen çıkacak. Bahane uydurma, hayata geçir. Yaşayan insanla yaşayamayan insanın arasındaki fark budur. Ben sana piramit dik demiyorum. Ha istersen dik, dünyaya izini bırakmış olursun.
1) Dinden çıkmak demek çoğu zaman aniden yalnızlaşmak demek. Çünkü etrafında dost bildiğin herkes, “öteki dünyaya gitme tarikatı”na artık inanmadığın için bir anda sana düşman olacak. Kendin gibi düşünen insanlar bularak, çoğu zaman sıfırdan çevre inşa etmen lazım. Bunu en kolay internet yoluyla yapabilirsin. Sözde ateist grupların çoğu, senin gibi yalnız kalmış gençleri ağına düşürmeyi bekleyen bölücü gruplar olduğu için, onlara da dikkat etmen gerekiyor. Hayattaki en büyük zorluklardan biri budur. Birine güvenirsin seni üzer, sonra başka birini bulursun oh be dersin, o da seni üzer, sonra başka birini bulursun… Pes etmemen lazım, ayrıca “denize düşen yılana sarılır” mantığıyla hemen ilk karşına çıkan kişiye dört kolla sarılman da doğru değil. Her zaman olduğu gibi, çevre inşa ederken de dikkatli, sabırlı ve kararlı olman lazım.

2) Elinde biraz bile para ve zaman varsa, seni hayata bağlayacak bir şey bul. Bir dövüş sanatı, bir spor dalı, bir hobi, bir sanat dalı gibi. Eğer işinden dolayı fazla hareket etmeyen biriysen, hobin sporla ilgili olsun, kampçılık, trekking, aikido, karate gibi.

Bunlar sadece vücudundaki fazla enerjiyi atmana yaramayacak, aynı zamanda kendi kafandaki insanları bulabileceğin çevre sahibi olmanı sağlayacak.
3) Daha üstün bir insan ol. Her zaman söylediğim şey. RPG oyunlarından bunu zaten biliyorsun. SKILL, LEVEL, ITEM.
SKILL: Herhangi bir daldaki becerin (spor, sanat vs),
LEVEL: Eğitim ve bilgi seviyen,
ITEM: Maddi gücün (para, ev, vs)
Hangi durumda doğduğumuzu seçemeyiz. Ama neye fırsatınız olursa, onu geliştirmeye bakın. Tabi unutmayın, aslında hepsinden de dengeli bir şekilde olması önemli (sadece strength kasarsan tek charm büyüsünde işin biter). Sonuçta, yine oyunlarda olduğu gibi, bu üçünü birbiriyle değiştirebilirsiniz. SKILL ya da LEVEL ile ITEM sahibi olabilirsiniz. Ya da tam tersi ITEM ile SKILL ve LEVEL sahibi olabilirsiniz.
Örnek vermek gerekirse, ABD’ye gittiğimde çok param yoktu ama satranç, futbol, aikido, bilim, matematik dersleri verebileceğim için (ve İngilizce bildiğim için) saati 12 dolardan rahat bir işe hemen başladım. Ya da iyi fotoğraf / video çekebildiğim için, astronomi gibi konularda bilgi sahibi olduğum için orada birçok zengin ailenin ilgisini ve dostluğunu kazandım (bu da Reputation mı oluyor? Bu da önemli)
Çevre sahibi olmak için aynı zamanda problemli / atarlı değil, insanların yanında durmaktan hoşlanacakları biri olman lazım. Yani “pozitif düşünürsen, evren de sana bik bik bik” kısmen doğru.
Bunlar seni daha üstün bir insan yapar. Bunlar sayesinde istediğin ideallerine daha rahat kavuşursun.
